İstanbul sâkinleri olarak gelecek Pazar günü tekrar sandık başına gideceğiz. İşin ilginci, seçimin iptal edilmesi muhalif kesimde ne kadar hayal kırıklığına yol açtıysa, 23 Haziranda yapılacak olan yeni seçimin sonucundan da aynı kesim o kadar umutlu görünüyor. Dahası, Ekrem İmamoğlu’nun bu seçimi kazanmasının Türkiye’nin ufkunu bayağı aydınlatacağına da çok fazla umut bağlanmış durumda. Sanki yeni bir ‘’kurtarıcı’’ bekliyoruz gibi.

Bir ilk hüküm olarak şunu söyleyeyim: İstanbul seçimini AKP adayının değil de muhalif bir adayın kazanması elbette önemlidir, ama böyle bir mutlu sonucun Türkiye siyasetinin halihazırdaki kasvetli atmosferini çok fazla değiştirmesi bana kuvvetli bir ihtimal gibi gelmiyor.

Ama ondan da önce, bir önceki seçimi iptal ettirmiş olmaları üstünde düşünelim: Eğer İstanbul’un kimin kontrolünde olduğu kendileri bakımından bu kadar önemli idiyse, o zaman bu, AKP ve Erdoğan ‘’İstanbul kalesi’’ni vermemek için aklımıza gelen ve gelmeyen her yolu deneyebilir demektir. Bu durumda, seçimin yapılmasına izin verseler bile, o takdirde muhtemeldir ki seçimin sonucunu etkisizleştirmek için yeni yollar arayacaklardır.

Şimdi, diyelim ki, benim bu kötümserliğimin temelsiz olduğu ortaya çıktı ve hem seçimin yapılmasına engel olunmadı, hem de İmamoğlu bu sefer hak ettiğini aldı.  Bunun muhtemel ilk sonucu, İmamoğlu’nun Belediye Başkanı sıfatıyla anayasal ve yasal olarak zaten sınırlı olan manevra alanının yeni yasal ve idarî düzenlemelerle daha da sınırlanacak olmasıdır. Elbette bu durumun bile İmamoğlu’na sağladığı bir avantaj olacaktır: Bu sayede İmamoğlu’nun hem ulusal medyada görünürlüğü artacak, hem de mağduriyetin bir getirisi olarak kendisine yönelik sempati çemberi genişleyecektir.

Bu arada, İmamoğlu’nun bu şekilde öne çıkması, kanaatimce, genel olarak Türkiye siyasetinden önce CHP içi siyaseti etkileyecektir. Belki de çok geç olmayan bir tarihte bu yol ona CHP genel başkanlığını getirecektir. Fakat şu var ki, böyle bir durumda, İmamoğlu’nun CHP’yi dönüştürecek ilkelerinin olup olmadığı belirsizdir. Eğer yoksa veya vardır da bunları partiye hâkim kılacak bir liderlik yeteneğinden yoksunsa, İmamoğlu’nun ‘’yeni CHP’si’’nin Kılıçdaroğlu’nun eski ‘’yeni CHP’’sinden pek farkı olmayacak demektir. Buradan Türkiye için nasıl bir umut çıkarabiliriz?

Öte yandan, İmamoğlu 23 Haziran seçimini kazanır da görevi fiilen üstlenmesine izin verilirse, bunun başka bir önemli etkisi daha olacaktır. Bu en başta, Erdoğan-AKP hegemonyasının yıkılmazlığına olan yaygın inancın bir ölçüde sarsılmasına yol açacaktır. Ama bundan, hemen bir iktidar değişiminin gerçekleşeceği sonucuna varmak yanıltıcı olur. Çünkü, böyle bir sonucun ortaya çıkması, başka şartlar veya gelişmeler yanında, AKP iktidarının Devletçi cenahtan gelen arkaplan desteğinin geri çekilip böylece koalisyonun dağılmasına bağlıdır.

Şu var ki, bu koalisyonun (resmî ve gayrıresmî unsurlarıyla) Avrasyacı-ulusalcı ayağının Erdoğan’dan desteğini çekmesi, ancak kendisiyle işbirliğine hazır başka bir legal siyasî aktör bulabilmesine bağlıdır. İşte CHP ve İmamoğlu için asıl ikilem de burada ortaya çıkıyor: Bir şekilde iktidar olmak uğruna ‘’derin devlet’’le işbirliği yapmayı seçmesi halinde, CHP ve İmamoğlu evet belki ‘’iktidar’’ olabilir, ama bu Türkiye’nin ‘’kurtuluşu’’ anlamına gelir mi?…

İmamoğlu bu meselede ilkeli bir tutum almak istese bile, CHP içinde böyle bir oportünizme ilkesel olarak karşı çıkacak güçlü bir akım veya damarın var olduğu bana şüpheli görünüyor. Bu arada, İmamoğlu’nun kendisinin siyasetteki rol modelinin de karşısında konuşlanmış olduğu Erdoğan olmadığından emin miyiz?… İmamoğlu’nun temel haklar, Kürt meselesi, azınlık hakları, sivil-asker ilişkileri vb. konularında ne düşündüğünü meselâ ben bilmiyorum da, onun kazanması halinde ‘’her şeyin güzel olacağı’’na inananlar biliyorlar mı?…

Benim görebildiğim kadarıyla, İmamoğlu bu gibi temel sorulara kendi adına cevap oluşturacak açıklamalar yapmaktan şu ana kadar kaçındı. Üstelik bunu, kendisinde ulusal düzeyde siyaset aktörü beklentisi ve ümidi içinde olan coşkulu taraftarlarına rağmen yaptığına göre, bunun bilinçli bir tutum olduğunu varsaymak durumundayız.

Kısacası, hem genel olarak siyasetle ilgili aşırı beklentileri olmayan, hem de ‘’kurtarıcılar’’dan hazzetmeyen bir yurttaş olarak, ben bu meselede ihtiyatlı olmaktan yanayım: İmamoğlu’na oy vereceğim ama onun kazanmasından, Türkiye’nin boğucu atmosferinin bir nebze de olsa dağılmasına katkı yapması dışında, bir beklentim yok.

(Diyalog, 16 Haziran 2019)

Bu Makaleyi Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir