Daha önceki bir yazımda doğru anlamda hukukun ne anlama geldiği üstünde durmuştum. Bugün ise hukukun işlevini ele almak istiyorum. ‘’Hukukun işlevi’’nden kasıt, kısaca, hukukun neye yaradığıdır. Daha somut olarak belirtmek gerekirse: Hukuk bireylere ve genel olarak topluma hangi vazgeçilmez somut yararlar sağlar?…
Her şeyden önce şunu belirtmek gerekir: Başka kural sistemleri ile birlikte ama onlardan da önce, hukuk toplumsal düzenin temelidir. Çünkü toplumsal hayatın düzenli bir şekilde işlemesi, herkes için bağlayıcı olan ortak kurallar ve usullerin varlığına ihtiyaç gösterir. Ortak kurallara olan ihtiyaç, en başta, toplumun farklı inanç, değer ve öncelikleri olan kişi, grup ve topluluklardan oluştuğu gerçeğinden kaynaklanır. Farklılığın çatışmaya dönüşmemesi, herkesi ilgilendiren meselelerin, bu arada uyuşmazlıkların çözümünün ortak kurallara bağlanmasını gerektirmektedir.
Hukukun en başta gelen işlevi kişilere geleceği öngörme imkânı ve keyfiliğe karşı güvenlik sağlamasıdır. Önceden ilân edilmiş, herkes için geçerli olan bağlayıcı kurallar sayesinde, kendi iş-güçleri, projeleri olan kişiler geleceklerini öngörebilir ve planlayabilirler. Açıktır ki, hayatın her alanında işlerini planlayabilmeleri, önlerini görebilmeleri ve geleceğe güvenle bakabilmeleri için, neleri yapıp neleri yapamayacaklarını ve bir şeyi yapmaya karar verdiklerinde izlemeleri gereken usulü gösteren kuralları insanların önceden bilmeye ihtiyaçları vardır.
Ancak, hukukun sağladığı öngörülebilirliğin işlerliği, bireylerin kamu otoritesi kullanan kişi ve kurumların keyfî davranmayacaklarından, yani her zaman kurallara bağlı kalacaklarından emin olmalarına da bağlıdır. Kurallar sayesinde geleceği öngörebilmek tabiî ki herkese güven hissi verir; ama hukuk ayrıca devlet yetkisi kullananların keyfî davranma ihtimaline karşı da kişilere ilâve güvenlik sağlar. Bireylerin, kamu makamlarının keyfî güç kullanmayacağından emin olmadıkları bir yerde hukuk düzeninin varlığından söz etmek abestir.
Kişilerin önlerini görebilmeleri ve dolayısıyla geleceğe güvenle bakabilmeleri için hukukun istikrarlı olması da gereklidir. Hukukî istikrar hukuk kurallarının sık sık ve keyfî olarak değiştirilmemesi demektir. Hukukun nispî bir istikrara sahip olması ayrıca düzenli bir toplumsal hayat için de şarttır. Yürürlükteki kurallara güvenerek planladıkları işlerinin akamete uğramaması için, insanların kuralların keyfî olarak değişmeyeceğinden emin olmaları gerekir.
Ancak, hukukî istikrar hukukun hiç değişmemesi demek değildir. Hukukta değişim ihtiyacı elbette görmezlikten gelinemez, hukuk hiç değişmeseydi hayatın dinamizmine ayak uyduramazdı. Ama insan tabiatının ve toplum halinde yaşamanın bazı değişmez, evrensel gerekleri de vardır ki hiçbir hukuk sistemi bunları görmezlikten gelemez. Hukukun nispî bir istikrara sahip olmasını, yani bir yandan değişime açık olurken, öbür yandan ana kütlesi itibariyle değişmeden kalmasını gerektiren bir neden de budur.
Bu gerçekler, sahici bir hukuk devletinde sırf iktidardakiler istiyor diye veya şu yahut bu grubun sektörel çıkarları öyle gerektiriyor diye kanun yapılamayacağı anlamına geliyor. Onun için, yasama yoluyla hukuk oluşturmak gerçek bir toplumsal ihtiyaca ve medenî bir toplum olmanın gereklerine sıkı sıkıya bağlı olmalıdır. B arada, medenî kanun, ticaret kanunu ve ceza kanunu gibi temel kanunlar zorunlu olmadıkça değiştirilmemeli; bunun dışında kalan konularda yeni kanun yapmak sözkonusu olduğunda ise çok istekli ve aceleci olunmamalıdır.
Kısaca, insanî ve medenî bir hayat için insanların geleceği öngörebilmelerini mümkün kılan, belirsizlik ve keyfîliğe karşı herkese güven hissi veren, değişime açık olmakla beraber temel yapısını koruyan istikrarlı bir hukuk düzeninin varlığı şarttır. Bu arada belirtmek gerekir ki, hukuk güvenliğinin olmadığı, hukukun keyfî olarak ve sık sık değiştiği yerde ne girişimcilik olur ne de piyasa ekonomisi.
(Diyalog Gazetesi, 31.03.2019)