Bilindiği gibi, avukatlık ‘’kamu hizmeti’’ özelliği taşıyan bir ‘’serbest’’ meslektir. Avukatlığın bir ‘’kamu hizmeti’’ sayılması, avukatların devletin temel hukukî işlevlerinden biri olan ‘’yargı(lama)’’ faaliyetinde tarafların temsili bakımından tekelci konuma sahip olmalarıyla ilgilidir. Nitekim Ceza Kanunu (m. 6/1) hâkimler ve savcılarla birlikte avukatların da ‘’yargı görevi’’ yaptıklarını belirtmiştir. Kısaca, avukatların yürüttükleri hizmet yargısal işlevin ayrılmaz bir parçasıdır
Yargılamanın kendisi hem toplumsal barışa hem de adalete hizmet etmesi bakımından zaten kamusal bir işlevdir. Başka bir anlatımla, mahkemeler kişilerin kendi aralarında ve kişilerle kamu makamları arasında çıkan uyuşmazlıkları barışçı yoldan, yani akılcı argüman yoluyla nihaî olarak çözerler. Ayrıca, mahkemelerin bu yolla ‘’adalet dağıtmaları’’ beklenir ki bu başlı başına kamusal bir işlevdir.
Avukatların yargıdaki tekelci temsil işlevlerinin kamusal yanı, en başta, onların ‘’savunma mesleği’’nin yürütücüleri olmalarında kendisini göstermektedir. TC Anayasası da (m. 36) ‘’savunma’’yı kişiler için temel bir hak olarak öngörmüştür. Ceza davalarında savunmanın iddia makamıyla eşit konumda olmasını (‘’silâhların eşitliği’’ni) gerektiren temel neden de budur, yani savunmanın kişiler için temel bir hak olmasıdır. Onun içindir ki, Avukatlık Kanunu (m. 1) avukatın temsil ettiği savunmayı ‘’yargının kurucu unsurlarından’’ saymıştır. Kısaca, savunma ceza yargılamasının yargıçtan sonraki en önemli unsurudur.
Türkiye’de avukatlık mesleğini icra edebilmek için bir baroya kayıtlı olmak şarttır. İstisnaları olmakla beraber, bu, avukatlık mesleğinin örgütlenmesine ilişkin medenî dünyadaki baskın modeldir. Yargılamanın ‘’savunma’’ unsurunun moral otoritesini korumanın ve onu sistem içinde etkili kılmanın en iyi yolu budur. Baro herhangi bir meslek örgütü veya bir ‘’hukuk derneği’’ değildir. Bir yargı bölgesinde birden çok hukuk derneği olabilirse de; mesleğin etik kurallarını belirleyip uygulanmasını takip etmek, düzen ve disiplinini sağlamak ve manevî otoritesini korumak için avukatların tek bir meslek örgütü olmalıdır.
Anayasa başta ‘’Yargı’’ bölümü olmak üzere hiç bir yerinde doğrudan doğruya avukatlıkla ilgili bir hükme yer vermemektedir. Ancak ‘’Yürütme’’ bölümünün ‘’İdare’’ ana başlığı altında yer alan ‘’Kamu Kurumu Niteliğindeki Meslek Kuruluşları’’ (m. 135) alt başlığındaki kuralların barolar ve avukatlar için de geçerli olduğu anlaşılmaktadır. Zaten Avukatlık Kanunu’nda (m 76) baroların ‘’kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları’’ oldukları açıkça belirtilmiştir.
Bu hukukî düzenlemenin eleştiriyi en çok hak eden yanı, ‘’savunma mesleği’’nden açık bir şekilde söz etmemesi ve avukatlığı ‘’odalar’’ aracılığıyla örgütlenen diğer mesleklerle bir tutmasıdır. Oysa, avukatlığın yargı işlevinin olağan bir unsuru olduğunu açıkça belirten bir hükme Anayasanın ‘’Yargı’’ bölümünde yer verilebilir veya en azından ‘’savunma hakkı’’yla ilgili 36. maddede ‘’avukatlık’’ savunma mesleğinin adı olarak açıkça zikredilebilirdi.
Böyle yapılmamış olması Anayasanın arkasındaki korporatist felsefeyle ilgili olsa gerektir. Korporatizm toplum içindeki farklı sınıf, zümre ve meslek gruplarının çıkarlarının devlet eliyle bağdaştırılmasını ve bu grupların tek bir organik bütünün (ulusun) uyumlu parçaları halinde bir arada tutulmalarını öngören bir felsefedir. Bu uyumu sağlamak ulusal çıkarın ‘’dar” grup çıkarlarının üstünde tutulmasını sağlamakla görevli olan devlete (fiilî olarak, bürokrasiye) düşer. Bu anlayış açısından, Anayasanın, avukatlığı da münhasıran ‘’dar’’ grup çıkarlarının yönlendirdiği herhangi bir meslek saymasından daha tabiî ne olabilir?…
Anayasanın 136. maddesinin ve Avukatlık Kanunu’nun barolar üzerinde İdareye aşırı bir vesayet yetkisi tanınmış olması da aynı korporatist anlayışın eseridir. Bu bakımdan, barolarla ilgili olarak yapılabilecek en hayırlı düzenlemelerin başında, üzerlerindeki son derece geniş Anayasal ve yasal devlet vesayetini kaldırmak suretiyle baroların sahici anlamda özerkleşmelerini sağlamak gelmektedir. Bu arada, baro yönetimlerinin üyelerin daha kapsayıcı bir temsilini sağlamak için Avukatlık Kanununda bazı değişikliklerin yapılması da düşünülebilir.
Kısaca, Türkiye’nin bugünkü şartlarında ‘’savunma mesleği’’ni el üstünde tutmamız gerekiyor. Bugün avukatların kendi aralarında çekişmeleri için yasal zemin hazırlayıp baroları zayıflatmak değil, aksine güçlendirmek için çaba sarf edilecek gündür. Siyasî iktidarın keyfî gidişatını frenleyecek hiçbir resmî ve sivil dinamiğin kalmadığı, bu arada hâkim ve savcıların da siyasî iktidarın neredeyse uzantısı haline geldiği bugünkü Türkiye’de, yargının bağımsız davranma potansiyeline sahip, geri kalan tek unsurunu –baroları ve dolayısıyla avukatları- güçten düşürmek hiçbir hayra hizmet etmeyecektir.
(Diyalog, 5 Temmuz 2020)