Bir 23 Nisan’ı daha geride bırakırken, aklımızda kalan yine öteden beri bildiğimiz görüntüler oldu: çocuklaşma, ikiyüzlülük, büyük bayraklar!

Gerçi haksızlık da etmeyelim, devlet ve siyaset erkânının yaratıcılığı da yok değil. Baksanıza, ulusal bayramlarla ilgili resmî jargona bu sefer yeni bir kavram daha eklemişler: ‘’Cumhuriyetimizi büyütmek!’’

‘’Çocuklaşma’’dan ne kast ettiğim her halde anlaşılmıştır. Kast ettiğim, yetişkinlerin Bayram kutlamaları esnasında veya bayramlar vesilesiyle içine girdikleri çocuksu ruh halidir, çocukmuş gibi veya çocukça davranmaları ve öyle hissetmeleridir. Yıllar önce yazdığım gibi, ‘’(r)esmî bayramlarda bu çocuksuluk hali sadece ilköğretim öğrencilerini değil, onların öğretmenlerini, üniversite hocalarını, gazetecileri ve tabiî resmî erkânı, kısaca neredeyse bütün yetişkinleri de tutsak alıyor. Böyle zamanlarda toplumun geneline hâkim olan müsamere havası içinde koca koca adamlar adeta gönüllü olarak reşit olmaktan vaz geçiyor, düşünme melekelerini yitiriyor ve iradelerini insan veya nesne sembollerin emrine veriyorlar.’’ (Star, 31 Ekim 2009)

Resmî bayram törenlerinde siyasîlerin davranış ve konuşmalarına yansıyan başka bir anormallik de ikiyüzlülüktür. Bununla sadece, dünya görüşleri ve siyasî fikirleri itibariyle Cumhuriyet’in kurucu önderiyle ve Cumhuriyetçi modernleşme projesiyle mutabık olmadıkları bilinen siyasetçilerin inanmadıkları şeyleri söylemelerini veya söylemek zorunda hissetmelerini kastetmiyorum. Bu kategoriye giren siyasetçilerin genellikle gerçekte inanmadıkları şeyleri resmî sıfatları gereği söylemek zorunda kaldıkları herkesçe bilinen bir durum. Hatta böyle davranmak zorunda kaldıkları için belki bir ölçüde mazur da görülebilirler.

Ama bu, öte yandan, Cumhuriyetle ve onun kurucu önderleriyle her bakımdan mutabık olan siyasetçilerin resmî bayramlardaki söz ve tutumlarının tamamen samimî olduğu anlamına da gelmiyor. Bana kalırsa, asıl problem burada. Çünkü bu grubun içinde de, gerçekte pek hoşlarına gitmese de temsil ettikleri siyasî-ideolojik geleneğin kendilerine yüklediğini düşündükleri role uygun davranmak zorunda hissedenler vardır. Yukarıda sözünü ettiğim ‘’çocuksulaşma’’ da bu rol algısının pratize edilme şekli olarak ortaya çıkıyor olsa gerektir. Öyle ya, bu rol algısı olmasa, kendi iradesiyle yetişkinlikten vazgeçerek çocuk gibi davranmayı kim isterdi ki!…

Resmî bir zorunlulukları olmadığı halde çocuksulaşmayı gönüllü olarak seçenlerin durumu ise gerçekten patetik. Çocuk önlükleri giyip okulların önünde veya sokaklarda resm-i geçit yapan, yüksek sesle ‘’Andımız’’ı okuyan -profesörler dahil- ‘’yetişkinler’’i hatırlayın!  Bir de, bunların, kendilerine ‘’Cumhuriyet Aydınlanması’’nın temsilcisi pâyesi biçenler olduklarını düşünün!… Bu durumun tek sorumlusu resmî ‘’insan yetiştirme düzenimiz’’ olabilir mi dersiniz?… Sanırım büyük ölçüde öyledir, ama sadece bu değil.

‘’Büyük bayraklar’’ konusuna gelince, ülkenin şurasında-burasında ilgili-ilgisiz birçok yere kocaman bayraklar asmak son yıllarda moda haline geldi. Bunun Türkiye’de çok eski bir âdet olduğunu sanmıyorum. Yanlış hatırlamıyorsam, bu bidat 12 Eylül rejimi tarafından veya o dönemde başlatıldı. Olur olmaz yerlere bayrak asan veya bayrak dikenler böyle yapmakla bayrağı yücelttiklerini sanıyor olmalılar. Oysa aksine, bu uygulama bayrağı sıradanlaştırıyor ve ayrıca onun çeşitli türden menfaatler sağlamak amacıyla istismar edilmesini de teşvik ediyor. Daha kötüsü, bayrak mitosunun siyasîler tarafından zaman zaman toplumun sosyo-ekonomik bakımdan dezavantajlı kesimlerinin kendi biçareliklerini görmelerini engellemek veya unutturmak ve hallerinden memnun hissetmelerini sağlamak için de kullanılıyor olması. Yani, bayrak sevgisi yoksullar için bir tür afyon etkisi yaratsın isteniyor.

Bu arada, Bayram etkinlikleri kapsamında Çamlıca Tepesinde ‘’dev Türk bayrağının göndere çekilmesi için’’ düzenlenen törende Cumhurbaşkanı da konuşmuş. Söylediklerine bakılırsa, kendileri ‘’Cumhuriyetimizi büyütmek’’ gayreti içinde imişler. Bana bu çok sorunlu bir ifade gibi göründü. Cumhuriyeti ‘’güçlendirme’’ye hadi tamam da, Cumhuriyeti ‘’büyütmek’’ te ne demek oluyor? Yoksa, Cumhuriyeti coğrafî olarak genişletmekten mi söz ediliyor?… ‘’Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’’ne de bunun için mi Türkiye’nin bir vilâyetiymiş gibi davranılıyor?… 

Peki ama ‘’yurtta sulh, cihanda sulh’’ü resmî mottosu olarak kabul etmiş bir Cumhuriyetin bu anlamda ‘’büyüme’’ ile ne işi olabilir? Yoksa son birkaç yıldır çevre ülkelerde yapılan askerî operasyonlar da aslında bununla mı ilgili?…

Son olarak, Cumhurbaşkanının A. Nihat Asya’ın malum şiirine atıfta bulunmasına ve bu bağlamda söylediği ‘’Eğer kan dökülmemişse o [toprak] zaten vatan olmaz’’ ifadesine hayret ettim. Hatırlayalım, o şiirin içinde bayrağa hitaben, ‘’Yeryüzünde yer beğen /Nereye dikilmek istersen /Söyle, seni oraya dikeyim!’’ mısraları da yer alıyor.

Hani, Cumhurbaşkanı bize hep ‘’edepli’’ davranmamızı buyuruyor ya, bu mısraların hak ettiği nitelemeyi yapmaya işte benim edebim müsaade ermiyor! (Diyalog, 26 Nisan 2021)

Bu Makaleyi Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir