Malum, Türkiye’deki eğitim sisteminin dayandığı ilkeler ve değer tercihleri, yapısı ve işleyişi bakımlarından toplumumuzun büyük sorun alanlarından birini oluşturuyor. Bugünlerde de ilk ve orta öğretim müfredatında hükümetin yapmaya çalıştığı değişikliğin isabeti tartışılıyor. Ben ise bu yazıda eğitimle ilgili daha genel ve temel sorunlara bir göz atmak istiyorum.
Türkiye’de eğitimle ilgili sorunların büyükçe bir kısmı bu sisteme bürokratik zihniyetin hâkim olmasından kaynaklanmaktadır. Başka bir deyişle, Türkiye’de eğitimle ilgili sorunların temelinde eğitimde devletçi zihniyet ve uygulamanın hâkim olması yatmaktadır. Şu var ki, bu sadece Türkiye’nin değil, değişik derecelerde olmak üzere bütün modern ulus-devletlerin ortak sorunudur. Günümüz dünyasında ilk ve orta eğitimin genel ve zorunlu bir sistem olarak örgütlenmiş olmasından da anlaşılabileceği gibi, eğitim ulus-devletin önde gelen ideolojik aygıtıdır ve esas olarak devlet okulları aracılığıyla ve devlet memurları eliyle yürütülmesinin de nedeni budur.
Oysa, biz “modernler”e her ne kadar “norm-al” görünse de, -yanlış olarak ‘’kamu okulları’’ olarak adlandırılan- bu ‘’devlet okulları’’ sistemi aslında insanlık tarihinde oldukça yeni bir fenomendir. Devlet okulları sisteminin kökleri 19. yüzyıl ortalarında ilk defa Prusya’da uygulanmaya başlamış olan bir modeldir. Daha önceki dönemlerde eğitim devletin bir fonksiyonu olarak görülmüyor ve esas itibariyle aileler, vakıflar, hayır kurumları ve dini organizasyonlar tarafından yerine getiriliyordu.
Eğitimin devletin tekeline alınıp merkezî hale getirilmesinin amacı, belirttiğim gibi, tamamen ideolojiktir: Amaç, bireyleri birincil sosyal kimliklerinden ve kendi olmak istediklerinden soyutlayıp aslî ve en üstün aidiyet referansı olarak tasarlanan “ulus” kimliğinde eritmektir. Bunun için de elbette kendilerini hak sahibi bireyler olarak değil de sadece devlete sadık “yurttaşlar” olarak gören “tip insanlar”ın yaratılmasına ihtiyaç vardı. Bu amaca en iyi hizmet edebilecek olan araç ise, tabiatıyla, zorunlu eğitime dayalı devlet okulları sistemiydi.
Bu arada, “kamu eğitimi” dedikleri şeyi çok önemseyenler de, dünya görüşleri veya ideolojileri ne olursa olsun (yani, ister ‘’solcu’’ isterse ‘’sağcı’’ olsunlar), hem insanî varoluşu devlet merkezli tasavvur eden hem de herkesin kendileri gibi olmasını garanti etmek isteyen kişilerdir. Bunlar ister laik ister dini olsun kendi ideolojik perspektiflerinin etkisinin kendi nispeten dar çevreleriyle (aile, akraba çevresi ve belki mahalleyle) sınırlı kalmasıyla yetinemeyen ve ülkenin bütün çocuklarına kendi ideolojilerinin aşılanmasını isteyecek kadar totaliter eğilimleri olan kişi ve gruplardır.
Yine bunların “öğretim”den değil de “eğitim”den yana olmaları da tesadüf değildir, çünkü bunların amacı çocuklar ve gençleri dünya ve hayat hakkında bilgilendirmek ve onların düşünce ufuklarını genişletmek olmayıp, onların hepsini zihnen ve bedenen devlet aracılığıyla istedikleri tek bir kalıba sokmaktır. Bunlar, eğitim sistemi derken de aslında müfredatını, personelini ve teçhizatını tamamen devletin (yani, bürokratların) belirlediği sözde kamu okullarını kastediyorlar.
Bu ‘’kamu okulları’’ şampiyonlarının zihniyeti modern devletin ideolojik yönelimiyle de gayet uyumludur. Nitekim Türkiye’nin bugünkü eğitim sistemi bütünüyle ideolojik, devletçi, kolektivist ve merkeziyetçidir. Gariptir, bugünkü siyasî iktidarın dünya görüşüne muhalif olan kimileri de eğitimdeki devletçi yaklaşımlarıyla aslında onlarla aynı ortak paydada birleşmektedirler. Çünkü, “devlet eğitim yoluyla değerlerimizi belirlesin, çocuklarımızı endoktrine etsin ve ‘özel’ olana (dolayısıyla ‘’sivil’’ olana da) yer bırakmasın!” dedikten sonra, sizin halihazırda devlete egemen olandan farklı bir ideolojiyi benimsemiş olmanızın pek bir önemi yoktur. Oysa Türkiye toplumunun ‘’kamusal’’ eğitimde “iyi” ideolojilere değil, çoğulcu eğitime ve devletin eğitimde ideoloji dayatmamasına ihtiyacı var. İhtiyacımız olan çocuklarımızın sizin veya bir başkasının “hayırhah” ideolojisine göre “terbiye edilmesi” değil; onlara mümkün olduğunca ideolojik olarak nötr öğretim vermektir.
Evet, hadi diyelim ki, devlet okullarının özel okullarla (cemaat okulları, kilise okulları, ticari okullar, mahallî okullar vb.) birlikte sistemin önemli bir parçasını oluşturması üzerinde demokratik yoldan mutabık kaldık. Peki ama neden bu okullarda öğretim değil de “eğitim” yapılmasında ısrarlıyız? Ulus-devletçi bürokrasiyi, ‘’eğitim’’ misyoneri öğretmenleri ve ideolojik grupları anlıyorum da, siviller olarak daha özgür, daha yaratıcı ve daha insanî bir toplum için, çocuklarımızı hem ideolojik hem de davranışsal olarak standart bir kalıba sokmaya ayarlanmış ‘’eğitim’’ yerine, “öğretim” gibi daha mütevazi bir hedefte mutabık olmamız daha iyi olmaz mı?…
Niçin çocuklarımıza dünya hakkında mümkün olduğunca tarafsız bilgi vermek ve kendilerini geliştirmelerini ve hayatla daha kolay baş etmelerini sağlayacak yeteneklerle donatmakla yetinmeyip, onlara şu veya bu inanç veya dünya görüşünü ve veya başka ideolojileri aşılamaya çalışalım ki?…
Kaldı ki, eğer ideolojik eğitim doğruysa, o zaman kimin inancı, dünya görüşü veya ideolojisi esas alınacak?… Çoğunluğunki mi, memurlarınki mi, “ilâhî hakikatler” mi, “ilericilik” mi, yoksa ‘’kurucu ata’’nın dünya görüşü ve (Türk) ulus-devlet(i) ideolojisi mi?… (Diyalog, 21 Mayıs, 2014)