Benim devletin mahiyetini anlamam uzun bir zaman aldı. Bir kere bunu başarınca, bazıları birinci-sınıf derin düşünürler olan çok sayıda analist ve yazarın bu meseleyi tartışma şekli bana tuhaf gelmeye başladı. Onların büyük çoğunluğu için devlet neredeyse soylu bir konudur. Onlar oturdukları yerden devleti, o sanki doğruluk, güzellik ve iyilik modellerini karşılaştıran iyi niyetli filozoflar tarafından gerçekten yaratılmış bir şeymiş gibi tartışıyorlar. Filozoflar devlet sanki kendi otoritelerine tâbi olanlara dürüst, içten, açık bir şekilde ve insanca muamele eden insanlardan oluşuyormuş gibi konuşurlar. Çoğu kişi devleti bizatihi masum bir şey olarak, yani demokratik seçimlerle seçmenler tarafından veya kapitalistler, oligarklar veya büyük bankerler yahut İsviçreli bankerler tarafından yerleştirilen iplerin ucunda dans eden bir tür kukla olarak düşünür.
Sonunda şu kanaate vardım ki, bütün bu tartışmaların gerçekle hiçbir ilgisi yoktur. İlk olarak, tarih araştırmalarımdan biliyorum ki, ne yapılacağına ve nasıl yapılacağına karar vermek konusunda yönetenler büyük takdir yetkisine sahiptirler ve bundan yarar elde ederler. İkincisi, yönetenlerin ve onların yandaşlarının sizin benim gibi insanlar olmadıklarını fark ettim. Bir kere, yönetenler kendi kendilerini seçmişlerdir. Onlar ayrıca toplum içindeki en vicdansız, entrikacı, kaba, şiddet düşkünü sosyopatların arasına girmek için, hiçbir kısıtlamaya tâbi olmayan siyasî rekabet aracılığıyla peyderpey ortaya çıkmışlardır. Üçüncüsü, yöneticiler iktidar, pohpohlanma ve hemcinslerine tahakküm etme konusunda olağandışı bir açlık ve şehvete sahiptirler. Kısaca onlar kendi kişisel amaçlarını gerçekleştirmenin en kirli yollarına meyyaldirler, kendi yollarına çıkanlara veya kendilerine boyun eğmeyenlere ölümü ve yok etmeyi servis etmekten haz duyarlar. Dördüncüsü, yönetici zümrenin kamusal görüşme ve tartışmaları düzmecedir; gerçekte kamunun iyiliğini (ortak yararı) artırmanın değil, kendi kişisel ihtiraslarını tatmin etmenin en iyi yolunun arayışı içindedirler. Yine de, onların birçoğu kendilerinin iyi niyetli insanlar veya hatta kurtarıcılar olduklarına halkı inandırmakta ustadır.
Çok sayıda entelektüelin, devletten, o gerçekte soğukkanlı ve insafsız bir şekilde öldürme ve yağmalama makinesi değil de, sanki bir tür eğlence partisiymiş gibi söz etmeleri artık beni hayrete düşürüyor. Filozoflar ve siyaset bilimcilerin devletin mahiyetine ilişkin fildişi-kule anlayışlarının onların devlete fahişelik yapmalarından ileri geldiğini sanmıyorum; bu daha ziyade bu düşünürlerin sahaya çıkmamalarından veya ilgili alanlarda ilk elden araştırmadan kaçınmalarından, daha gerçekçi tarih öğrenmemelerinden kaynaklanmaktadır. Nerede olduğunu arayıp bulma zahmetine katlanan ve ona kendini veren kişi için aslında malzeme orada durmaktadır. Şu var ki, devlet hakkında sırf oturduğu yerden fikir yürütmenin pek bir değeri yoktur. (Bu kısa denemenin orijinali The Independent Institute’un bloğunda 1 Mayıs 2018’de ‘’On Coming to Grips with the Nature of the State’’ başlığıyla yayımlanmıştır.)