Son zamanların “sosyal bilimci” kisveli kâhinlerinden Francis Fukuyama’nın geçen yıl bir kitabı daha çıktı: “Devlet İnşası: 21. Yüzyılda Devlet Yönetimi ve Dünya Düzeni”. Bazılarının “modern peygamber” dedikleri Fukuyama’nın bu yeni kitabı adının çağrıştırdığı konuyu –devlet inşası- yeniden sosyal bilimlerin gündemine oturttu. Bir farkla ki, neo-muhafazakarların “jakoben emperyalizm” perspektifiyle tutarlı olarak, Fukuyama bu konuyu, eskiden yaygın olduğunun tersine, esas itibariyle bir dış politika sorunu olarak ele alıyor.

Hatırlanacağı gibi, Fukuyama ilk defa neo-Hegelyen tarzdaki o meşhur yazısıyla ünlenmişti: “Tarihin Sonu”. Çoğu kimse bu yazıyı liberalizmin bir savunusu, hatta liberalizm adına bir zafer ilânı olarak değerlendirmişti; ama gerçekte o liberal moralitenin değil, “hür dünyanın lideri” Amerikan’ın statükosunun bir savunusuydu; Amerikan siyasî kurumlarının ve “Amerikan değerleri”nin… Fukuyama’nın aslında bir muhafazakâr olduğunu daha sonra yazdıkları da teyit etti. Nitekim, “güven”, sosyal sermaye ve insanlığın geleceğine ilişkin kötümserlik daha sonraki yazılarının başlıca temalarıydı.

Tipik bir muhafazakâr olarak, Fukuyama şimdi de siyaseti yeniden devlet merkezli olarak tanımlamak istiyor. Machiavelli’nin “devlet (yönetme) sanatı”ndan (satecraft) yaklaşık beş asır- sonra bu sefer de Fukuyama “devlet inşası” sanatını politika biliminin odağına yerleştirmeye çalışıyor. Daha da ilginci, bunu Amerika’nın “demokrasi ihracı” siyasetiyle bağlantılı olarak gündeme getirmekle demeğe çalışıyor ki, “devlet demokrasiden önce gelir”. Böylece Fukuyama, gerçekçi olmak adına, Amerika’nın dış siyasetinin bile gerisine düşüyor. Beklenebileceği gibi, onun anlatımında “doğal haklar” olarak birey haklarına yer yok. Ona göre, asıl sorun uluslararası düzen için bir tehdit oluşturan “zayıf devletler”in neden olduğu anarşik yapı sorunu. Bu modern kâhinin şimdiki kehaneti, dünyanın insan hakları ve piyasa ekonomisiyle zayıflatılmış liberal devletlere değil, güçlü devletlere ihtiyacı olduğunu söylüyor.

Devlet inşası üstündeki bu vurgu elbette Fukuyama’ya özgü değil. Mesela, Amerika’nın demokrasi ihracı siyasetinin “bilimsel” arka planını üreten Journal of Democracy’nin sayfalarında bu türden analizlere az rastlanmıyor. Ama zaten düzen ve otoritenin, sıkı siyasal birliğin sembolü olarak devlet muhafazakâr siyaset anlayışının ayırt edici özelliklerinden birisidir. Devlet şüphesiz bütün muhafazakârların en aziz tuttukları bir “değer”dir.

Muhafazakârlıkla demokratlık karışımı bu söylemde rahatsız edici olan, demokrasinin ancak yerleşik bir devlet düzeni üstünde kurulabileceğinde ısrarlı olması değil. Olgusal açıdan belki de öyledir. Asıl derdiniz sadece “demokratik bir devlet” yaratmaksa tabiî…. Ama rahatsız edici olan, bu literatürün toplumu sıkı sıkıya kenetlenmiş bir birlik olarak siyaseten “kurma”yı ve onu merkezî ve güçlü bir otoriteye bağlamayı en üstün varoluşsal değer olarak görmesidir. Bu aslında modernliğin de en problemli yanlarından biridir. Muhafazakârları bu konuda diğer modernlerden ayıran, onların devleti adeta takdis etmeleri, insanlık için onsuz bir varlık tarzını akıllarına hiç getirememeleridir.

İnsanlar neden ille de kendileri dışındaki üstün, kâhir bir otorite tarafından düzenlenmeyi, ona teslim olmayı, kimliklerinin onun tarafından tanımlanıp sınırlanmasını isterler? Meselâ Müslümanlar bile neden İslam Peygamberi’nin ahlâkî ufkuyla değil de onun “devlet adamlığı”yla övünmek isterler? İslamcılar neden “İslâmın devlet olması”nı sadece kendileri için değil bizatihi İslam için de en üstün şeref sayarlar? Bu “devlet” denen bid’atte insanlara, özellikle de Müslümanlara cazip gelen nedir Allah aşkına?…

Bugün insanoğlunun acil ihtiyacı insanlığımızı gitgide elimizden alan devlet adlı bu kâhir otoriteye -bugün olduğu gibi- neredeyse dinî bir coşkuyla bağlanmak değil; tam aksine ona şüpheyle bakmak, onu hayatımızdan mümkün olduğunca çıkarmak, onun arkasına sığınıp bize Tanrılık taslayanlara meydan okumaktır.Ne hazin bir tecelli! İnsanlar Tanrı’sız bir dünyayı tasavvur edebiliyorlar ama devletsiz bir dünyayı tasavvur etme cesaretini nadiren gösterebiliyorlar.-(Tercüman, 21 Nisan 2005)

Bu Makaleyi Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir