İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun YSK üyelerine hakaret isnadından yargılandığı ceza davasında üç yıla yakın hapis yanında siyasî haklardan mahrumiyetle de cezalandırılması toplumun özellikle muhalif kesimlerinde infial havası yarattı ve genel seçimler arifesinde olmamız nedeniyle zaten ısınmış olan siyasî atmosferi daha da kızdırdı.

Mahkemenin kararına ilişkin haberin kamuoyuna yansımasının hemen ardından gerek İmamoğlu’nun kendisi gerekse ‘’Altılı Masa’’ harekete geçerek toplumdaki infiali AKP-MHP iktidarına karşı yaygın bir protestoya kanalize etmek için adeta bir seferberlik başlatmış görünüyor.   Bu süreçte CHP genel başkanı Kılıçdaroğlu düşük bir profil sergilerken, İYİ Parti lideri Meral Akşener’in öne çıktığı da dikkatlerden kaçmıyor.

Ancak, çoğu kişinin sandığının aksine, bu muhalefet seferberliği havasının önümüzdeki seçimlerde Altılı Masa’nın elini ne kadar güçlendireceği sadece bu kararın İmamoğlu lehine yaratacağı mağduriyet havasının muhtemel getirilerine bağlı değildir. Muhalefetin bu konudaki başarısı iktidarın buna vereceği tepkinin başarı veya başarısızlığına da bağlı olacaktır.

Erdoğan-Bahçeli bloğunun buna nasıl tepki vereceği de henüz netlik kazanmadığı için, İmamoğlu’na getirilen yasağın Türkiye siyasetini nasıl etkileyeceği şimdilik tam olarak bilinmiyor. Yine de, önümüzdeki haftalar ve aylarda sürecin nasıl ilerleyeceğine dair bazı tahminlerde bulunulabilir. Şu an itibariyle bildiğimiz bir şey, iktidarın ‘’başörtüsü referandumu’’ kozunu sahneye süreceğidir. Çünkü, muhalefet bu konuda ne şekilde davranırsa davransın (yani, bu teklifi ister desteklesin, isterse karşı çıksın), muhtemelen bundan kazançlı çıkacak olan Erdoğan’dır.

Öte yandan, duruma göre bununla birlikte veya bundan bağımsız olarak, siyasî iktidar İmamoğlu’nun mahkûmiyet ve siyasî yasak kararının kanun yolu sürecinde bozulmasını sağlayarak, Altılı Masa’nın mağduriyet avantajından yararlanma hesabını suya düşürebilir ve böylece mağduriyetin avantajından bilistifade Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmayı nerdeyse çantada keklik olarak gördüğü varsayılan muhalefetin hazırlıksız yakalanarak bir bakıma ‘’ofsayta’’ düşürülmesi öngörülüyor olabilir.  

Mamafih, siyasî iktidarın izleyebileceği muhalefet için daha tehlikeli ve kestirme bir yol daha var görünüyor: Cumhurbaşkanı seçim sürecinde adayların kesinleşmesinden hemen önce İmamoğlu’nun mahkûmiyet kararının kesinleşmesini sağlamak. Ancak bu ihtimal, Altılı Masa’nın İmamoğlu’nu cumhurbaşkanı adayı göstermesi durumunda etkili olabilecek bir yoldur.

Bütün bu ihtimallerle ilgili olarak geleceğin ne getireceğini şimdilik meçhuldür.

Bu meselede partiler arası siyasî hesapların öne çıkıyor olması Türkiye’nin temel bir meselesinin gözden kaçırmamıza neden olmamalıdır. Bu mesele, Türkiye’de özellikle siyasî ifade özgürlüğünün, bir asırdır çağdaş uygarlığı yakalama iddiası güden bir ülke için akıl almaz derecede kısıtlanmış olmasıdır.  Bu eksikliğin ifade özgürlüğü mağdurları üzerindeki müessif etkileri bir yana, başka şeyler yanında, kapsamlı bir siyasî ifade özgürlüğü olmadan demokrasi de olmaz. 

Kamu otoritesi kullanarak işlem ve eylem yapan kişi ve kurulların sırf ‘’Devlet’’ adına hareket ettikleri veya ‘’Devlet’’i temsil ettikleri için neredeyse kutsal addedildikleri; yurttaşların kendilerine emanet edilmiş olan kamusal yetkileri isabetsiz, hatalı, tarafgir, haksız, zalimane… şekillerde kullanan devlet görevlilerini eleştiremedikleri, kınayamadıkları veya onlara hak ettikleri üslupla hesap soramadıkları bir yerde demokrasiyi nasıl kuracak ve nasıl işleteceksiniz?…

Binlerce benzeri gibi Ekrem İmamoğlu’na verilen bu hukukî ve siyasî ceza Türkiye’nin sadece kendi Anayasasıyla yurttaşlarına karşı üstlendiği yükümlülüklerine değil, uluslararası taahhütlerine de sadık olmayan güvenilmez bir devlet olduğunu göstermektedir. Bırakalım Avrupa Konseyi üyesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) tarafı olmasından kaynaklanan taahhütlerine sadık kalmasını; Türkiye 2004 yılında kendi Anayasasını değiştirerek, başka uluslararası insan hakları antlaşmaları yanında bu Sözleşmeyi de kendi iç hukukundan üstün tutacağına yurttaşlarına karşı söz verdiği halde bunun gereklerine riayet etmekten kaçınmaya ısrarla ve inatla devam etmektedir.

Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) müteaddit kararlarında ifade özgürlüğünün bireysel kendini-geliştirmenin olduğu kadar demokrasinin de temel taşı olduğunu,  ifade özgürlüğü olmadan çoğulculuk, hoşgörü ve açık-görüşlülüğün dayanan bir demokratik toplum olamayacağını belirtmesine ve ifade özgürlüğü ihlâli tespit ettiği pek çok kararda Türkiye’ye bu değerlere saygı gösterme talimatı vermesine rağmen, ‘’Türk mahkemeleri’’nin bu esaslara aykırı kararlar vermeye devam etmelerinin ne anlama geldiğini artık ben söylemeyeyim!

AİHM’nin ifade özgürlüğüyle ilgili yerleşik içtihadı, adalet sisteminin işleyişiyle ilgili sorunların kamu yararıyla ilgili olduğu için tam bir serbestlik içinde tartışılabileceği, bu arada resmî sıfatla hareket eden yargı mensuplarının eleştirilebileceği ve üstelik onlara yönelik eleştirinin sınırlarının sıradan yurttaşlarınkine nispetle daha geniş olduğu yönündedir.

Sonuç olarak, Ekrem İmamoğlu kararının, özellikle de siyasî yasak getirmesi bakımından, AİHM’nin yerleşik içtihadına aykırı olduğu apaçıktır. Bu kararı, yurttaşlar olarak Türkiye Cumhuriyeti’ni demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi evrensel değerlere saygı göstermeye davet etmemiz için yeni bir fırsat olarak görmeliyiz. (Diyalog, 18 Aralık 2022)

Bu Makaleyi Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir