Adalet ve Kalkınma Partisi yönetiminin Cumhuriyet’in resmî sembol ve ritüellerini onaylıyor görünmekten kaçındığı sır değil. Bunun somut göstergelerinin gitgide daha sık ve belirgin bir şekilde ortaya çıkması son yıllarda iyice göze batar hale geldi. Özellikle, AKP ve lideri, tuhaf bir şekilde, statükoyla uzlaştıktan sonra bile aynı tutumu sürdürerek ‘’Atatürk’’ün adını anmaktan ve ‘’Cumhuriyet’in kazanımları’’na atıfta bulunmaktan ısrarla kaçındılar. AKP yönetimlerinin özellikle Cumhuriyet ve Zafer bayramlarını kendileri kutlamadıkları gibi başkalarının da kutlamasını zorlaştırmaları veya açıkça yasaklamaları, beklenebileceği gibi, toplumun büyük bir kesiminde infial uyandırdı.
Gerek siyasetteki gerekse aydın zümre içindeki Atatürkçü ve Kemalist muhalefet AKP’nin bu tavrını öteden beri ‘’Cumhuriyet’le hesaplaşmak’’ olarak nitelendire geldi.. Bu yargı, AKP’lilerin kafasındaki Türkiye vizyonunun Cumhuriyet’in ‘’kurucu değerleri’’yle bağdaşmadığını ima ettiği ölçüde doğrudur. Şu var k, bu durum, AKP’lilerin Cumhuriyet’le hesaplaşmaya çalıştığından şikâyet edenlerin kendi kafalarındaki Türkiye vizyonunun daha tercihe şayan olduğu anlamına gelmiyor.
AKP’nin Türkiye vizyonunun gerçekte ne olduğu kabaca 2011’den itibaren ortaya çıkmaya başladı ve 2013 Gezi olaylarını takip eden süreç içinde iyice belirginleşti. (Bu tarih aynı zamanda Tayyip Erdoğan’ın diğer kurucularını bir şekilde etkisizleştirerek partiyi tamamen kendi kontrolüne aldığı tarihle aşağı yukarı örtüşmektedir.) Bu, dindarlık dozu artmış, kültürel bakımdan homojen, büyüklük tahayyülü Osmanlı fetihçiliğine kilitlenmiş, Hilafetçi bir ‘’Müslüman Türk-iye’’ vizyonudur. İçinden Hilâfetçiliği çıkarıp yerine ‘’kalkınmacılık’’ı eklerseniz, bu aslında Türk sağının tipik Türkiye tasavvurudur: devletçi, milliyetçi (Türkçü) ve ‘’hikmet-i hükümet’’çi bir tasavvur.
Bu tasavvurun ‘’kuvveden fiile’’ çıkması da aşağı yukarı şöyle gerçekleşti: İktidarının ilk yıllarında, AKP kendisini iktidara getiren toplumsal tabanın o zamanki ihtiyacıyla tutarlı olarak Türkiye’nin demokratikleşmesi ve özgürleşmesini yönünde reformist bir politika izledi. Ancak 2011 yılından itibaren kendine güveni artan AKP rotasını değiştirdi ve bu sefer kurulu düzenle uzlaşarak onu içten dönüştürme stratejisini benimsedi. Böylece devletçi-milliyetçiliği içselleştiren Erdoğan kendi tabanının bu hikmet-i hükümetçi yeni gündeme daha kolay ikna olması için dinî sembollerin kamusal alanda kullanımına gitgide daha fazla ağırlık verdi. AKP yönetimi bu meselede en büyük desteği Diyanet’ten gördü, daha doğrusu Diyaneti bu işe bizzat AKP koştu.
Aslında AKP’nin dini siyasî amaçlarla kullanmaya başka bir nedenle de ihtiyacı vardı: Eski kurulu düzenin ‘’baş düşman’’ olarak gördüğü ve toplum nezdindeki ana meşruluk referansı –aynen AKP’ninki gibi- İslâm olan Gülen Cemaati’nin tasfiyesi için ‘’devletin bekâsı’’ yanında dinî değer ve sembollerin de kullanılması zorunluydu. Böylece dindar kitleler nazarında ‘’FETÖ’’ sadece ‘’Devlet’’ için değil, ‘’Din’’ için de ana tehlike haline gelecekti. Kimi unsurlarının malum darbe girişimine karışması, Cemaatin AKP’nin tabanı tarafından da ‘’Devlet düşmanı’’ olarak algılanmasını kolaylaştırdı. Ayrıca, AKP yönetiminin ‘’FETÖ’’ karşıtlığını resmî devlet politikası yapması, onun statüko güçlerinin güvenini kazanmasını ve böylece iktidar mevkiini korumasını da büyük ölçüde garanti etmiş oldu.
AKP iktidarının özetlenen siyasî serüveni sadece ‘’Kemalist sol’’u ve Atatürkçüleri değil, tabiatıyla liberal ve demokrat kesimleri de rahatsız etti, ediyor. Ancak Erdoğan statükosuna bu iki yönden gelen muhalefet felsefî-ahlâkî bakımdan tamamen farklı temellere dayanmaktadır. Nitekim, birinci grubun aziz tuttuğu ‘’Cumhuriyet’’ liberal-demokratların sosyo-politik ideallerini karşılamaktan çok uzaktır. Hatta denebilir ki, ‘’Cumhuriyetçiler’’in Türkiye tahayyülü liberal tasavvurdan uzak olduğu ölçüde AKP’nin siyasî tasavvuruna yakındır.
Gerçekten de Kemalistler ve Atatürkçüler devletçi-milliyetçi ve ‘’hikmeti hükümet’’çi olmak bakımından AKP’lilere çok benzemektedir. Şu farkla ki: Kemalizmin milliyetçiliğin lâik türüne (ulusalcılık) bağlı olmasına karşılık, AKP’lilerinki dinî rengi ağır basan muhafazakâr bir milliyetçiliktir. Ayrıca, ilk grubun devletçiliği iktisadî alanı da kapsarken, ikinciler ekonomiyi esas olarak piyasa dinamiklerine bırakmaya daha yatkındırlar. Bununla beraber, kültürel alanın devlet tarafından düzenlenmesini istemekte her iki grup ortaktır.
Son olarak: AKP’lilerin sadece modern Türkiye’nin oluşumu hakkındaki kavrayışları değil, kendi siyasî vizyonlarının ana referansı olan Osmanlı siyasî geleneği hakkındaki kavrayışları da, evet, esas olarak bilgiye değil efsanelere dayanmaktadır. Şu var ki, bu konuda ulusalcılar da daha iyi durumda değildir. Onların da Cumhuriyet Türkiye’sinin oluşumu hakkındaki kavrayışları bilgiden çok efsanelere ve ‘’kesin inançlar’’a dayanmaktadır. Onun için, Türkiye’nin özgürleşmesi sadece AKP’nin Türkiye vizyonuyla değil, ulusalcıların Cumhuriyet vizyonuyla da hesaplaşabilmemize bağlıdır.
(Diyalog, 30 Ağustos2020)