Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu durum hiç iyi değil. Bu ‘’iyi olmama’’ hali ülkenin genel gidişatının kötü olmasıyla sınırlı da değil. En az bunun kadar, hatta belki de bundan önemli olan, insanların bu durumu artık kanıksamış olmaları… Bu ise içine saplandığımız bataktan bir ‘’çıkış’’ ümidi yeşertmemizi zorlaştırıyor!

Evet, bugün bir yandan rejim özgürlük ve demokrasiyle neredeyse bütün bağlarını koparmış durumda, öte yandan -büyük ölçüde bunun bir sonucu olarak- siyasî iktidar başta ekonomi ve dış ilişkiler olmak üzere her alanda dökülüyor. Ayrıca, AKP iktidarının –başka yönetim kusurları yanında- son yıllarda izlemekte olduğu savaşçı siyaset de toplumumuzun refahını günden güne aşındırıyor.

İşaret ettiğim özgürlük ve demokrasi kaybının pratik anlamı şu: Türkiye’de rejim değişti; artık kamu hayatında kurulların, danışmanın, denetimin, birbirini frenlemenin, uzmanlığın, ehliyet ve liyakatin yeri yok. Bunların yerini, sâdık bendelerini de arkasından sürükleyen tek bir kişinin sorgulanamaz iradesi almış durumda. Türkiye’de devlet artık bu tekil iradeden başka bir şey değil. Nitekim, Meclis ‘’parlamento’’ olmaktan çıkmış; yargı hukuk yoluyla adaleti sağlamak yerine aynı tekil iradeyle uyuma kendisini ayarlamış ve nihayet kamu alanında kamunun yararına fikir ve öneri üretebilecek zihinsel ve kurumsal özerkliğe sahip hiçbir aktör kalmamış durumda.

‘’AKP iktidarı’’nın bugün her alanda dökülüyor olmasının onun özgürlük ve demokrasiden uzaklaşmasıyla ilişkili olduğuna işaret ederken kast ettiğim işte bu: Rejimi tek bir iradeye kilitlemek, ülkenin her konuda tek bir akla mahkûm olması demektir!… Bir ülke için bundan daha iyi bir çöküş stratejisi olabilir mi?…

Bu arada, zaten öteden beri marjinal konumdaydı ama iyi-kötü var olan yerel yönetim kırıntılarını da AKP yönetimi neredeyse tamamen budamış durumda. Dahası, ‘’idarî vesayet’’ artık sadece yerel yönetim birimlerinin tepesindeki bir ‘’Demokles kılcı’’ndan ibaret de değil. Çünkü, kayyımlar aracılığıyla yürütülen yeni vesayet ‘’Reis idaresi’’nin olağan yönetim tekniği haline gelmiş durumda.

Şimdi soru şu: Bu çıkmazdan kurtulmak için bir şansımız var mı?…

Süleyman Demirel’in ‘’Demokrasilerde çare tükenmez!’’ şeklindeki ünlü mottosunu bir yana bırakırsak (çünkü, Türkiye bir süredir artık bir demokrasi değil), çoğumuzun bu soruya vermesi muhtemel beylik cevap şunun gibi bir şey olsa gerektir: ‘’Halk veya yurttaşlar olarak demokratikleşme yönünde yeterince irade gösterirsek bu karabasandan kurtulmamamız için bir neden yoktur!’’… Bu görüş doğrudur ama doğru olması aynı zamanda gerçekçi de olduğu anlamına gelmiyor. Kaldı ki, 28 Şubat’ta bile her şeye rağmen uygulanabilirliği olan birçok ‘’çıkış’’ hamlesini bugünün şartlarında değil uygulamak düşünmek bile mümkün değil.

Bu konuda ümitsizliği telkin eden, en başta, hâlihazırdaki durumun toplumun geneli tarafından –ki buna kısmen ‘’Reisçi’’ olmayan kesimler de dahildir- kanıksanmış olmasıdır. Bunda, 2017 Anayasa değişikliğinden sonra fiilî durumun sözde anayasal bir dayanağının var görünmesinin de etkisi var. Kanıksamanın pratik sonucu ise ya kayıtsızlık ya da doğrudan doğruya ümitsizliktir.

Bu kanıksama psikolojisi maalesef büyük ölçüde muhalefeti de etkisi altına almıştır. CHP’nin bir ‘’çıkış stratejisi’’ olduğu –hatta böyle bir şeyi üretebileceği- çok şüpheli; ana muhalefet olarak kaldığı sürece durumdan şikâyet edeceği yok gibi. İyi Parti’nin ise zaten burada anlatmaya çalıştığım durumu dert etmesini gerektiren bir ‘’ilkesi’’ yok. Onlar Reisçi statükoya –MHP’nin yerine veya onun yanında- payanda olmaya dünden hazırlar. HDP’ye gelince, rejim onu zaten sistemin meşru bir unsuru olarak kabul etmiyor. Bu arada, kurulması muhtemel yeni partilerin öncülük edeceği bir çıkış stratejisi ihtimali de şimdilik gerçekçi görünmüyor.

Öte yandan, özellikle ifade ve örgütlenme özgürlüklerinin bastırıldığı mevcut şartlarda kitlesel-demokratik bir itirazın seslendirilmesini beklemek de gerçekçi değil. Bu durumda, olsa olsa kimi küçük gruplar bazı çıkışlar yapabilirse de, bununla ülkeye demokrasi gelmeyeceği de açık.

Bütün bunlara rağmen ‘’çıkış’’ sansımızı tümüyle yitirdiğimiz de söylenemez. AKP yönetimi altında sahici anlamda ‘’demokratik’’ olarak işlemese de, periyodik olarak yapılmaya devam ettiği müddetçe, seçimler yoluyla hiç değilse ülkenin genel durumunda bir rahatlama sağlama şansımız halâ var.

(Diyalog, 3 Kasım 2019)

 

 

Bu Makaleyi Paylaş:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir