Türkçede ‘’aydın’’ ve ‘’entelektüel’’ kelimeleri genellikle aynı anlamda kullanılmaktadır. Buna göre, aydın ve entelektüellerin ayırt edici özelliği bunların okuyan-yazan, kültürlü ve düşünen kişiler olmalarıdır. Başka bir anlatımla, her iki grupta da ağır basan özellik zihinsel ilgiler ve/veya faaliyetlerin öne çıkmasıdır: Aydınlar ve entelektüeller esas olarak zihinsel donanım ve faaliyetleriyle temayüz eden ve toplumsal konumları daha ziyade bu yönleri tarafından belirlenen kişilerdir.
Bununla beraber, bu ortak özelliklerine rağmen, aydınlarla entelektüeller arasında ayrım yapılmasının daha doğru ve titiz bir yaklaşım olacağını düşünüyorum. Bu ayrım iki bakımdan yapılabilir. Birinci ayrım ölçütü, her bir grup için sözkonusu olan zihinsel ilgi ve donanımın farklı niteliğidir. Şöyle ki: ‘’Aydınlar’’dan farklı olarak, entelektüellerin zihinsel ilgi ve faaliyetleri daha derin ve eleştireldir. Başka bir deyişle, okur-yazarlık, tahsillilik ve ‘’kültürlülük’’ gibi vasıflar aydın sayılmak için yeterli olabilirse de, entelektüel olmak bunun ötesinde bir şeydir. Entelektüelin zihinsel üretimi, eleştirel ve yaratıcı düşünce kapasitesi aydından daha ileridedir. Entelektüel fikrî öncüdür, üretir ve önde gider, aydınsa üretmekten çok takip eder.
Bu noktayı, her iki kavramın ‘’aydınlanma’’yla ilişkisiyle bağlantılı olarak da ifade edebiliriz. Aydın kelimesi, kendisinden önceki ‘’münevver’’ (veya, Azerilerin ‘’ziyalı’’) kelimesi gibi, ‘’aydınlanmış olmak’’la ilgilidir. Ne var ki, entelektüel için ‘‘aydınlanmışlık’’ Kantçı anlamda ‘’aklın özgür kullanımı’’nı gerektirirken, aydının bundan anladığı daha çok ‘’aydınlanmış’’ hazır düşüncelere bağlanmadır. Birçok durumda, eleştirel olmadan, ‘’çağdaş ve ileri’’ düşünceyi sahiplenip, onunla ilgili sembol ve sloganları tekrarlamak aydın sayılmak için yeterli olabilir. Entelektüelden farklı olarak, aydının klavuzu bağımsız akıl ve eleştirel düşünce değil, ‘’düşünce otoritesi’’ saydıklarının söz ve eylemleridir. Hatta aydın siyasî kişilikleri bile düşünce otoritesi sayabilir.
Aydınlar sosyolojik bakış açısından da ayırt edilebilirler. Çoğu ülkede aydınlar -bir ‘’sınıf’’ değilse de- kendine özgü toplumsal rolü ve statüsü olan bir ‘’zümre’’ oluştururlar. Onun için, günlük dilde ‘’aydın’’dan çok ‘’aydınlar’’dan söz edilir. Aydınlar kendilerini ‘’ilerici’’ olarak görürler ve genellikle toplum tarafından da öyle görülürler. Bu anlayış açısından, aydınlar toplumsal-siyasal ilerlemenin öncü veya avangard gücüdür. Bu durum onların kendilerine siyasal bir rol biçmelerinin de temelini oluşturur.
Bu rol hem ‘’ilerleme’’ye hizmet edeceğini varsaydıkları devletin, hem de onun modernleşmeci siyasetlerinin meşrulaştırılması şeklinde kendisini gösterir. Bu demektir ki, düşünce ve davranışta bağımsızlığa önem veren entelektüelle karşılık, aydın genellikle devletçidir. Aydınların devletçiliği egemenlerin de işine gelir. Nitekim, özgürlükçü düşünür Murray Rothbard “Devletin Anatomisi” adlı ufuk-açıcı denemesinde, devlet denen kurumun özü itibariyle yağmacılığın örgütlenmesi olduğunu belirttikten sonra şöyle diyor:
“Yağmacılığın üretim fazlasından desteklenmesi zorunlu olduğundan, Devleti kuran sınıfın, yani tam-zamanlı bürokrasinin ülkedeki hayli küçük bir azınlık olması gerekir. (…) Bundan dolayı, egemenlerin birinci görevi vatandaşların çoğunluğunun aktif veya teslimiyetçi (uysal) rızasını garanti etmektir.” Bu rızayı sağlamanın bir yolu elbette toplum içindeki muhtelif grupları çıkarlarıyla devlete bağlamaktır, ama bu yeterli değildir. Çoğunluğun devlete gönüllü itaatini sağlamada daha etkili olan yol iknadır.
Aydınlar işte bu noktada devreye girmektedir. Rothbard’ın belirttiği gibi, toplumun rızasını elde etmek için “devletin iyi, akla uygun ve en azından kaçınılmaz olduğuna ve düşünülebilecek başka seçeneklerden kesinlikle daha iyi olduğuna ilişkin ideolojiye çoğunluğu ikna etmek gerekir. Aydınların kritik sosyal görevi [işte] bu ideolojinin insanlar arasında teşvik edilmesidir. (…) Kanaatleri şekillendirmenin devletin en çaresizce ihtiyaç duyduğu şey olduğu gerçeği, devlet ile aydınlar arasındaki kadim ittifakın temelini oluşturur.”
Rothbard’ın bu analizi esas olarak devletin ortaya çıkışını açıklamaya yöneliktir, ama bu tahlil devletin bir kere kurulduktan sonra kendisini idame ettirme çabasına da pekalâ uygulanabilir. Modern devletin, toplumu tutarlı ve kusursuz bir sistem olarak akılcı yoldan kurma fikrine tutku derecesinde bağlı olması modern devletin aydınların ideolojik desteğine olan ihtiyacını artırmaktadır. Aydınlar zümresi sadece toplumun merkezî bir otorite eliyle düzene sokulmasının zorunlu olduğunu değil, fakat aynı zamanda toplumun “ilerleme”nin yolunda sebat etmesini garanti etmenin de devletin görevi olduğunu vaz eden ideolojiyi benimseyip geliştirmek suretiyle, devlete en büyük desteği sağlar.
(Diyalog, 7 Haziran 2020)