Eski bir rektörün dört yıl kadar önceki bir sözü YÖK Başkanının Meclisteki bir Araştırma Komisyonu’nda yaptığı sunum vesilesiyle yeniden gündeme geldi. Söz konusu rektör Ekim 2017’deki bir facebook paylaşımında,’’Resûl-i Ekrem Efendimiz (SAV) yabancı bir kadının elini tokalaşmak için tutmanın, ateş tutmaktan daha korkunç olduğunu haber vermiş, namahremin elini tutanın cehennem ateşi avuçlayacağına işarette bulunmuştur” şeklinde ilginç bir ifade kullanmıştı.
Bu arada, aynı toplantıda konuyla ilgili bir soruya YÖK Başkanının verdiği cevapta yer alan şu söz de aynı derecede ilginç: ‘’Üst bir yöneticinin -eğer bir üst yönetici olma iradesini ve kabulünü göstermişse- toplumun yerleşik kurallarını da dikkate alma durumu var.’’ Başkanın aynı toplantıda dile getirdiği başka ilginç sözleri de var. Şu meselâ: (Üniversitelerdeki cinsel taciz iddialarıyla ilgili olarak:) ‘’Üniversiteler, milletin kızlarını emanet ettiği, hocalarına ‘annelik, babalık yap, rehberlik yap’ diye emanet ettiği kurumlar. Burada öğrencilerimize herhangi bir şekilde yan gözle bakılmasına bile tahammül edemeyiz.”
Herhangi bir uzmanlığı veya entelektüel derinliği olmayan ortalama bir vatandaşın bile eski rektörün ve YÖK Başkanının aktardığım sözlerinden anlayabileceği basit bir gerçek var: Hâlihazırda Türkiye’de baştanbaşa kamu makamlarını muhafazakâr, hatta ‘’dinci’’ bir zihniyet kontrol etmektedir. Dahası, bu zihniyettekiler, toplumdaki herkesin kendi dünya görüşlerini ve hayat tarzlarını ya gerçekten benimsediklerini ya da benimsemek zorunda olduklarını varsaymaktadır.
İki noktaya dikkatinizi çekmek isterim: İlk olarak, söz konusu rektörün ve YÖK Başkanının bu şaşırtıcı sözlerinin bir istisna olmadığını, en azından 2013’ten buyana kamusal makam ve mevkilere artık sadece bu dünya görüşünden olanların atandığını biliyoruz. Yoksa, elbette hangi dünya görüşü veya ideolojiye mensup olursa olsun her yurttaşın kamu görevlisi olma hakkı vardır. İkinci olarak, burada tuhaf bulduğum şey, bu zevatın –ve genel olarak kamu görevlilerinin- kişisel olarak muhafazakâr dünya görüşüne sahip olmaları, hatta ‘’dinci’’ olmaları da değil; bunların kendi dünya görüşlerini ve hayat tarzlarını bütün yurttaşlar için bağlayıcı bir norm yapmaya çalışmalarıdır.
Evet, erkeklerin kadınlarla tokalaşmasını ‘’ateş tutmak’’tan da tehlikeli bulan rektör bu konuda yalnız değildir; o aslında Sünnî dindarlığın kadın-erkek ilişkisi konusundaki standart bakışını -ve korkusunu- yansıtan bir örnektir. Dindar erkeklerin çoğunun kadına bakınca onda cinsellikten başka bir şey görmemesi ne tuhaftır! Onlardaki ‘’kadın korkusu’’nun da kaynağı budur.
Kadına bu tuhaf bakış ve ona bağlı ‘’kadın korkusu’’ basit bir saplantıdan ibaret değildir. Bu aslında Türkiye’de sıradan dindarlık ahlâkının merkezinde yer alan bir normdur. Otuz küsur yıl önce ‘’Ahlâk ve Cinsellik’’ (1989) başlıklı bir denemede yazdığım gibi, bu kesim ahlâkı dünyevî-fanî haz kaynaklarının en ‘’ayartıcısı’’ı olarak görülen cinsellikten ve cinselliği çağrıştıran her şeyden uzak durmaya indirgemiştir. Nitekim, bunlara ‘’ahlâk’’ nedir diye sorsanız, size bundan başka bir norm gösteremeyecekleri kesin gibidir.
YÖK Başkanının, üst düzey yöneticilerin ‘’toplumun yerleşik kurallarını dikkate alma’’ları gerektiğine ilişkin sözlerini niçin tuhaf bulduğuma gelince. Bir kere, adı geçen rektör eskisinin sözlerinde ifadesini bulan, kadını başlı başına bir özne olarak değil de erkeği ayartacak bir kötülük objesinden ibaret gören ve dolayısıyla gerek toplumsal alanda gerekse kamu hayatında kadınlarla erkekleri birbirinden ayırmayı öngören zihniyet, hiç de YÖK Başkanının iddia ettiği gibi Türkiye toplumunun ‘’yerleşik bir kuralı’’ değildir. Aksine, bunun yerleşik bir toplumsal kural olduğu düşüncesi toplumun bir azınlığını oluşturan ‘’dinciler’’in bir hüsnükuruntusundan ibarettir. Çünkü, Türkiye toplumu dincilerin varsaydığı gibi hayat tarzı ve dünya görüşü bakımından türdeş bir toplum değildir.
İkinci olarak, yönetici konumunda olanları da dâhil olmak üzere kamu otoritesi kullanan herkes görevlerini toplumda baskın olan inanç, görüş veya kanaatlere göre değil, o statüleri tanımlayan hukuk kurallarına uygun olarak yerine getirmekle yükümlüdür. Tabiî, eğer Türkiye kamu hayatını yöneticilerin kişisel inanış ve tercihlerinin değil de genel kuralların yönettiği modern bir devlet ise…
YÖK Başkanının üniversitelerde kız öğrencilere yönelik cinsel taciz iddialarıyla ilgili sözleri de aynı muhafazakâr-otoriter zihniyetin bir yansımasıdır. Cinsel tacizden korunmayı ilgili öğrenciler için bir ‘’hak’’ meselesi olarak değil de, sözde hayırhah bir ‘’himaye’’ meselesi olarak görenlere anlaşılmaz gelse de, üniversiteli kız öğrenciler ne ‘’milletin kızları’’dır, ne de üniversite yöneticilerinin veya hocaların gözetimi altındaki ‘’emanetler’’dir. YÖK’çü zevatın, en başta, üniversite öğrencilerinin kendi kararlarını vermeye ehil özerk bireyler olduklarını öğrenmeleri gerekiyor.
(Diyalog, 6 Haziran 2021)