Kendilerini ‘’demokrat aydınlar’’ olarak niteleyen solcular ile bazı Kemalistler 12 Eylül rejiminin Türkiye toplumunu depolitize ettiğini (politikaya ilgisizleştirdiğini) ileri sürerler. Bu sözde büyük bir doğruluk payı vardır. Doğrudur çünkü ister 12 Eylül rejiminin baskıcı uygulamaları yüzünden olsun, ister başka bir sebepten ileri gelsin, Türkiye’de öteden beri halk kitlelerinde siyasete karşı bir ölçüde mesafeli bir duruş olagelmiştir. Özellikle 12 Eylül rejimi ve hemen sonrasında insanlar siyasetten uzak durmuş ve kendi özel alanına çekilmişti. Bunun etkilerinin halâ bir ölçüde devam ettiği de söylenebilir.
Ama öte yandan insanımızdaki bu siyasetten çekinme, uzak durma tutumu zamanla epeyce zayıflamış, hatta bugün Türkiye toplumu bir anlamda aşırı politize hale gelmiştir. O kadar ki, bugün toplum olarak ‘’politikayla yatar, politikayla kalkar’’ hale geldik desek yanlış olmaz. Bunun nedenlerinden biri Türkiye’de devletin toplum hayatının hemen hemen her alanına müdahil olması, her konuyu düzenlemesi veya düzenleyebilecek durumda olmasıdır. Bugün devletin kontrol veya yönlendirmesine tâbi olmayan neredeyse hiçbir hayat alanı kalmamıştır. Onun için herkes olmasını istediği çoğu şeyi devletten beklemekte veya en azından toplum hayatındaki ne kadar ‘’aksak-gedik’’ varsa hepsini devletin düzeltebileceğine inanmaktadır.
Politikaya aşırı ilginin bir diğer nedeni devletin geçim ve zenginleşme kapısı haline gelmiş olmasıdır. İnsanlar da zaten devleti bir ‘’nimetler havuzu’’ olarak görmektedir. Bu nimetler havuzundan topluma açılan kanallarının başında ise siyasî kararlarla rant üretilmesi ve tamamen ilkesiz ve keyfî bir şekilde avanta(j) dağıtılması gelmektedir. Türkiye’de herkes ‘’devletten geçinmek veya zenginleşmek’’ istiyor ama Frederick Bastiat’nın 19. yüzyıl ortalarında yazdığı gibi, bilmiyorlar ki devletin kendisi de zaten toplumun sırtından geçinmektedir. Devletten geçinme isteğinin pratik sonucu ise devlet eliyle partizan zenginlik transferidir. Ayrıca, Türkiye’de devlet sadece parasal anlamda değil statü anlamında da ‘’nimet’’ kaynağıdır; devlet yoksulu zengin, zengini yoksul yapabildiği gibi, istediğine unvan, şeref ve paye de dağıtabilmektedir.
Bu şartlar altında, şaşırtıcı olmayan bir şekilde, hepimizin ülke sorunlarıyla ilgili gündemimiz ve analizlerimiz de genellikle siyaset üzerinde odaklaşmaktadır. Başka bir deyişle, siyaset yorumcuları analizlerinin çoğunda toplumu da bir özne olarak görmeyi ihmal etmekte ve onu analizlerinin pasif tarafına yerleştirmektedirler. Oysa, asıl fail toplumdur, siyaset toplumun bir yansıması veya türevidir: ‘’Nasılsanız öyle yönetilirsiniz.’’ Eylül başındaki bir yazımda dikkat çektiğim gibi (‘’Aşağıdan Yukarı Kurulan Zorba Yönetim’’, 3 Eylül 2023), baskıcı rejimler bile her zaman yönetenlerin yönetilenlere dayattıkları talihsizlikler değildir. Türkiye’de bugün olduğu gibi, başka birçok örnekte bu gibi rejimler yönetilenlerin bir şekilde destek veya katkısıyla kurulmaktadır.
Evet, bugün hepimiz Türkiye’de siyasetin gidişatından şikâyetçiyiz. Ama siyasetimiz böyleyse, bunun kusuru sadece ‘’kötü niyetli’’ siyasetçilerde değildir; aksine bu istenmedik durum siyasetçiler kadar toplumun da eseridir. Maalesef bu toplumun özgürlük, adalet, demokrasi ve temiz siyaset gibi talepleri yok. Bizim toplumumuz bunları dert edinmiyor. Bu toplumun çoğu, maalesef, nasıl ‘’külfetsiz nimet’’e konabilirim, nasıl başkaları pahasına geçinebilirim, nasıl parazitik ama ‘’parlak’’ bir hayat yaşayabilirim derdindedir.
Bırakınız özgürlük ve demokrasi talebinde bulunmayı, bu toplum kendisine zararı olmadığı sürece başkalarına zulmedilmesinde bile sakınca görmüyor. Nitekim devlet/hükûmet bir kimsenin, bir grup veya camianın ‘’tepesine bindiğinde’’, onu hapse tıktığında veya mal-mülküne el koyduğunda, bundan bizim insanlarımızın ne ‘’adalet duygusu’’ inciniyor, ne de devletin bu işte haksızlık yapmış olabileceğine dair kafasında bir şüphe beliriyor. ‘’Düşene bir tekme de kendisi atmak’’ bu toplumun şanındandır!
Kabul edelim ki, bizim toplumumuzun ahlakilik standardı çok düşüktür. Böyle toplumlarda, ‘’başta hukukun üstünlüğü olmak üzere özgürlüğün kurumlarını yerleştirmek (…) zordur. Böyle toplumlarda siyaset (te) yozlaşır: Yasama ve yürütme organları ortak iyiliği amaçlayan tartışma ve kural üretme zeminleri olmaktan çıkarak kişi, grup veya parti çıkarlarının genel yarar aleyhine kayırıldığı sıradan aparatlara dönüşür, hukuk muhalifleri sindirme ve taraftarlara rant dağıtma aracı haline gelir, bu arada yargı da iktidar sahipleri lehine olacak şekilde adaletten sapar. Piyasa ekonomisi ise çoğu zaman yozlaşarak devlet ile iktidardan yana olan iş dünyası arasındaki bir ahbap-çavuş ilişkileri ağına dönüşür.’’ (‘’Gerçekten Ahlâklı Bir Toplum Muyuz?’’, 9 Haziran 2019)
Onun için kimse bize ‘’asil ve necip Türk milleti’’ masalları anlatmasın! Kendimizi kandırmayalım: Türkiye toplumu olarak biz bugün lâyık olduğumuzu yaşıyoruz. Biz kendimizi düzeltmediğimiz sürece de siyasetimiz ve siyasetçilerimiz düzelmeyecektir. (Diyalog, 26 Kasım 2023)