AKP’li Cumhurbaşkanı ‘’Malazgirt Zaferi’’nin bilmem kaçıncı yıldönümü münasebetiyle yaptığı konuşmada şöyle demiş:
“Her zaman dediğimiz gibi bizim medeniyetimiz kökü sevgiye, hoşgörüye, hakka, adalete dayalı bir fetih medeniyetidir. Tarih, fethettiğimiz bütün beldelerde güveni, huzuru, hoşgörüyü ve refahı hakim kılmak için milletçe verdiğimiz büyük mücadelelerin şahididir. Bugün de ecdadımızdan aldığımız ilhamla kendi vatanımızı ve bayrağımızı dalgalandırdığımız her yeri emanve esenlik yurdu haline getirmenin mücadelesini veriyoruz.”
‘Bzim medeniyetimiz’’in şampiyonlarının bu pasajda ifadesini bulan büyük iddiaları gerçekten kanıtlayabileceklerinden pek emin olmasam da, bugün bu konuya girmeyeceğim. Malum, kendilerinin de kabul ettikleri gibi, bu her şeyden önce bir ‘’fetih’’ medeniyetidir!
Ben bu yazıda ‘’bayrağımızı dalgalandırdığımız her yer’’ ve ‘’eman’’ meseleleri üstünde durmak istiyorum. Kendisiyle övünme sadedinde ‘’vatanımız’’a atıfta bulunmakla yetinmeyip bir de ‘’bayrağımızı dalgalandırdığımız yer’’lere işaret etme ihtiyacı duymak, alttan alta yayılmacı emeller besliyor olmak demektir. Bu ifadenin bana malum şairin bayrağa hitabeden şu münasebetsiz mısraını hatırlattı: ‘’Söyle, nereye istersen seni oraya dikeyim!’’
Gerçi, AKP’nin bilinen ‘’büyük ve emperyal Türkiye’’ vizyonuna aşina olanlar için bu yayılmacı anlayış sürpriz değildir. Vaktiyle yazdığım gibi: ‘’AKP baştan beri ‘büyük devlet’ olma hayali besledi; böylece bir yandan çevre ülkeler üzerinde hegemonik bir etkiye sahip olmak, öbür yandan da dünya ölçeğinde dikkate alınan etkili bir siyasî aktör haline gelmek hedefi güttü. Bu hedefin ilk kısmı Osmanlı devletinin 19. yüzyıl sonlarına kadar bu bölgede sahip olduğu kontrolün bir benzerini canlandırma hayalinden türemektedir.’’ (‘’Yeni Türkiye Vizyonu’’, 2014)
Cumhurbaşkanının sözkonusu konuşmasında dışa vuran yayılmacı zihniyeti, ‘’bayrağımızı dalgalandırdığımız her yer’’ ibaresinin ardından gelen ‘’eman’’ kelimesi de teyit ediyor: ‘’Bayrağımızı dalgalandırdığımız’’ yerleri ‘’eman yurdu’’ haline getirme mücadelesi veriyorlarmış. Peki nedir bu ‘’ecdadımızdan’’ tevarüs ettikleri ‘’eman’’ kültürü ve bunun günümüz için anlamı?..
‘’Eman’’ aslında bir İslam hukuku terimi, yani bu hukuka ve kültüre özgü bir anlamı var. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’ne göre, eman “korkusuzluk, müslüman bir fâtihin cizye vermeyi kabul eden topluluğa karşı verdiği himaye sözü” anlamına gelmektedir. ‘’Eman’’ terimi ‘’İslâm ülkesine (dârülislâm) girmek veya İslâm ordusuna teslim olmak isteyen yabancı gayri müslime (harbî) can ve mal güvencesi sağlayan taahhüt veya akdi ifade eder. Bu tarifte yer alan harbî, İslâm devletiyle arasında barış antlaşması bulunmayan yabancı devlet tebaası demektir.’’
Söylemeye bile gerek yoktur ki, ancak bir ‘’fetih’’ kültüründe veya ‘’medeniyeti’’nde anlam ifade eden ‘’eman’’ modern hukuk anlayışında yeri olan bir terim ve müessese değildir. Daha önemlisi, eman kültürü günümüzün ‘’evrensel insan hakları’’ anlayışyla da bağdaşmaz. Uluslararası nezaketin gereği olması veya sembolik anlam taşıması durumları hariç tutulursa, bayrağınızı zaten ülkeniz dışında ‘’dalgalandır’’amazsınız. Eğer öyle yapıyorsanız orada işgalcisiniz ve dolayısıyla haksız bir konumdasınız demektir. Ayrıca, konumuz gereği savaş hukukuna ve ‘’insanî hukuk’’a riayet etmekle mükellefsinizdir. Ne var ki, bu mükellefiyete uygun davranmanız işgalci olmanızdan kaynaklanan haksız konumunu ortadan kaldırmaz.
Öte yandan, günümüzde bir devletin bir şekilde kontrolü altında bulundurduğu ülkesi dışındaki bir yerin halkıyla arasındaki ilişki geri-alınabilir nitelikteki bir can ve mal güvenliği teminatına –aslında, lütfuna- indirgenemez. Kişiler ‘’yurttaş’’ olmasalar bile, uluslararası hukukla ve anayasayla tanınmış olan istisnalar dışında, bütün insan haklarından süre kaydına da bağlı olmaksızın yararlanırlar.
Kaldı ki, Türkiye Cumhuriyeti lâik bir devlet olması itibariyle, ne genel olarak devlet-kişi ilişkilerini, ne de savaş ve yabancılar hukukunu dinî kurallara göre belirleyebilir. Anayasanın tanımladığı şekliyle Türkiye Cumhuriyeti kimseye ‘’eman’’ vermez, aksine herkesin anayasadan ve uluslararası hukuktan kaynaklanan ‘’haklar’’ını tanır. Bu arada, silâhlı kuvvetlerin görevini ‘’yurt savunması’’na hazırlanmak olarak belirleyen Anayasa da yayılmacı siyaseti reddeder.
Özetle, Türkiye Cumhurbaşkanı resmî sıfatıyla hareket ettiği durumlarda dinsel kavramlarla değil, insan haklarını da içeren evrensel hukukun diliyle konuşmak zorundadır. Atıfta bulunulan dinin çoğunluğun dini olması da fark etmez. (Diyalog, 29 Ağustos 2021)