Geçen Pazar günü yapılan yerel seçimlerin ortaya çıkardığı siyasî manzara malum: Türkiye genelindeki performansları bakımından Cumhuriyet Halk Partisi %38 oy oranıyla birinci sıraya yükselirken, İktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi %35.5’lik oranla ikinci sıraya düştü. Yeniden Refah Partisi %6 oy oranıyla 3., DEM Parti ise %5.7 oy oranıyla 4. sıraya yerleşirken, %5’lik oyuyla MHP beşinciliğe, %3.8’lik oyla İyi Parti ise altıncılığa geriledi.
Seçimin sonuçlarına bakıldığında, uzun yıllar muhalefette olan CHP’nin birinci parti konumuna yükselmesi kadar, yirmi yıldır iktidarda olan AKP’nin ikinci parti konumuna gerilemesi de önemlidir. Ayrıca bu sonuçlar, metropollerde pek bir varlık gösteremeyen AKP’nin artık bir kırsal kesim partisi olma yoluna girdiğini de göstermektedir.
AKP’nin 31 Mart’ta aldığı bu kritik yenilgi ilk bakışta normalmiş, şaşırtıcı değilmiş gibi görünüyor. Ama başka bir açıdan AKP’nin yenilgisinin şaşırtıcı olduğu da söylenebilir.
Bu seçimde AKP’nin önemli ölçüde oy kaybına uğrayarak CHP’den sonra ikinci sıraya düşmesi evet şaşırtıcı değil. Çünkü, vatandaşlara iyi-kötü seçme şansının verildiği her yerde, iktidardaki genel performansı kötü olan bir partinin normal şartlarda seçmen desteğini önemli ölçüde yitirmesi beklenir. Tayyip Erdoğan’ın liderliği altındaki AKP’nin özellikle son on yıldaki performansı gerçekten de aynen böyledir.
Hepimiz görüyor ve biliyoruz ki, hak-hukuk tanımazlık, adaletsizlik, iflas etmiş bir ekonomi, yoksulluk ve yolsuzluk ile toplumun faklı kesimleri arasında kutuplaşma boyutuna varmış bir gerilim bugün itibariyle AKP yönetiminin ülkeyi getirmiş olduğu durumun özellikleridir. Ayrıca, hükûmetinin son altı aydır Filistin halkına karşı kitlesel katliam gerçekleştiren İsrail’le ticarete devam etmesinde (hatta ona dolaylı askerî ikmal desteği sağlamasında) kendisini gösteren iki yüzlü siyasetinin özellikle muhafazakâr kesimlerde yarattığı hayal kırıklığının da AKP’nin yenilgisinde etkili olduğu açıktır.
AKP’nin yürüttüğü hiçbir kural tanımayan ve üstelik devleti de kendinden yana sahaya süren bir seçim kampanyasının adaletsizliği de cabası. İkbal ve istikbali bu yozlaşmış yönetimin devamına bağlı olanlar ile bağnaz AKP partizanları dışında herhalde hiç kimse bu gerçekleri inkâr edemez.
Öte yandan AKP ve Erdoğan’ın 31 Mart’ seçimlerinde hezimete uğraması bir anlamda şaşırtıcıdır da…. Şöyle ki: Son on küsur yıllık kötü yönetimiyle AKP’nin ülkeyi ve rejimi içine sürüklediği neredeyse karabasan manzarası bugün ortaya çıkmış değil. Onun için normal şartlarda seçmenlerin AKP’ye ‘’kırmızı kartı’’ daha önce göstermeleri beklenirdi. Oysa, Haziran 2015’te uğradığı yenilgi hariç -ki o zaman muhalefet beceriksizlik ve basiretsizliği yüzünden bu fırsatı ne yazık ki heba etmişti- iktidar partisi kötü yönetimine rağmen daha sonraki seçimlerde seçmen desteğini korumayı başarmıştı. Tersinden söylersek, AKP seçmeni genel toplumun maruz kaldığı siyasî baskı, adaletsizlik ve haksızlık ile yoksullaşmaya hiç aldırmayarak kendi partisini desteklemeye yıllarca devam etmişti. Onun için, seçmen kitlesinin AKP’nin kötü gidişine ancak şimdi ‘’kırmızı kart’’ göstermesi biraz sürpriz oldu.
Şimdi seçim sonuçlarına daha yakından bakalım. Bu sonuçların ilk dikkat çeken yanı, seçimlere katılma oranının bir ölçüde düşmüş olmasıdır. Yüzde 79’luk bu oran son on yılın ortalamasından (%84) 5 puan düşüktür. Seçim sonuçlarına bakılırsa, katılma oranındaki bu düşüşte en büyük pay AKP seçmenlerine aittir. Yani, hatırı sayılır miktarda geleneksel AKP seçmeni bu seçimde sandık başına gitmemiş ve ayrıca gidenlerin de bir kısmı YRP’ye oy vermiş görünüyor. Bunda en büyük etken AKP’nin yukarıda işaret edilen, dindar-muhafazakâr seçmeni rencide eden tutarsız İsrail politikasıdır. Bu da, AKP’den cayan seçmenlerin yeni adreslerinin CHP olmadığını ve gelecekte de olma ihtimalinin çok zayıf olduğunu göstermektedir. AKP’den cayan seçmenlerin bundan sonra da gideceği adresin muhafazakâr partiler ve bir ölçüde milliyetçi partiler olacağı söylenebilir.
Öte yandan geçen Mayıs’taki genel seçimlerden bu yana devreye giren 800 bin kadar yeni seçmenin (yani, gençlerin) de çok azı AKP’ye oy vermiş görünüyor. Buna karşılık, yeni seçmenlerin aşağı yukarı yarısının CHP’ye oy verdiği tahmin edilmektedir. (Bu arada genel seçimlerin normal zamanı olan 2028’de yapılması halinde yaklaşık olarak 2 milyon yeni seçmenin daha sandık başına gideceğini hatırlatalım).
CHP’nin durumuna gelince, CHP Mayıs 2023 milletvekili seçimlerinde aldığı oyu (%25.3) 13 puan kadar artırmış görünmektedir. Bunun esas olarak, yeni genç seçmenlerin, başta İstanbul olmak üzere Batıdaki bazı büyükşehirlerde Kürt seçmenlerin ve bazı sosyalistlerin tercihlerini CHP’den yana yapmalarından ve ayrıca bu seçimde gerileyen MHP ile silinme noktasına gelen İyi Parti tabanından geldiği anlaşılmaktadır.
Fakat bu sonuçta, Mayıs 2023 seçimleri öncesinde Kemal Kılıçdaroğlu’nun önderliğinde başarılan ‘’Millet İttifakı’’nın devamı olarak görülebilecek olan, CHP’nin yeni Genel Başkanı Özgür Özel’in ‘’Türkiye İttifakı’’ olarak adlandırdığı bir görünmez ittifakın da katkısı olduğu anlaşılmaktadır. Tahminimce, eski ‘’Millet İttifakı’’nın en azından partizan olmayan seçmen bileşenlerinin bu seçimde de aynı ruhla oy vermiş olmalarının CHP’nin başarısında hatırı sayılır bir payı vardır.
Bu arada, CHP’nin seçimden birinci parti olarak çıkması, bunun ülke genelinde muhalefet tabanında ilk anda yarattığı sevincin psikolojik etkisiyle, AKP iktidardan düşüyor ve yerine CHP iktidara geliyormuş gibi bir hava doğduysa da, bu sonucun genel siyasî dengelerde muhalefetten yana pek bir değişiklik yaratmayacağı kısa sürede anlaşıldı.
Bunun başlıca iki nedeni var. İlk olarak, 31 Mart’ta gerçekleşenin bir yerel seçim olduğunu bir an için göz ardı etsek bile, söylemeye bile gerek yok ki mevcut ‘’Başkancı’’ sistemde %38’lik oy iktidar olmaya yetmez. Bu bir genel seçim olsaydı ve Türkiye halâ parlamenter sistemle yönetilseydi, CHP bu sonuçla yasama organında birinci parti konumuna yükselir ve belki yürütmede de iktidar olabilirdi; ama genel oyla seçilen cumhurbaşkanının ‘’yürütme organı’’ olduğu mevcut sistemde %38’lik oyun böyle bir getirisi olamayacağı açıktır.
İkincisi, normal şartlarda genel seçimlere dört yıldan daha fazla bir süre var ve CHP’nin bugün sağladığı bu avantajlı konumu bu süre boyunca koruyup korumayacağı belli değildir. Dahası, CHP’nin iktidar olmak -yani, en azından cumhurbaşkanlığını kazanmak- için bu durumu korumaktan daha fazlasını başarmasına ihtiyacı vardır: CHP’nin bu süre boyunca hiç gevşememesi, sürekli olarak ‘’istim üstünde’’ kalması ve bu arada başta gençlik olmak üzere toplumun daha geniş kesimlerine hitap eden özgürlük, adalet, refah ve toplumsal barış odaklı bir program ve siyaset geliştirmesi gerekmektedir.
Bu ise ancak CHP’nin yeni yönetiminin -Kılıçdaroğlu’nun açtığı yolu izleyerek- seçmen tabanında oluşturmaya çalıştığı ve bir ölçüde başarılı olan sessiz ‘’Türkiye İttifakı’’nın daha da ete-kemiğe büründürüldüğü ve genişletildiği bir zemininde başarılabilir.
Kısaca, öyle görünüyor ki, 31 Mart’taki seçim başarısını merkezî yönetimde iktidar olmakla taçlandırmak istiyorsa, önümüzdeki dönem CHP için uzun ve zorlu bir maraton olacak. (Diyalog, 7 Nisan 2024)